13/ RA'D SÛRESİ

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

2)Gökleri, görülebilir herhangi bir destek, dayanak olmadan yükselten ve sonra da kudret ve hükümranlık tahtına kurulan Allah’tır; her biri-(O’nun tarafından) belirlenmiş bir süre için- kendi seyrini sürdüren güneşi ve ayı (koyduğu yasalara) tâbi tutan O’dur; var olan her şeyi (yöneten) çekip çeviren de O.
Bütün bu mesajları açık açık dile getiriyor ki, (Yargı Günü’nde) Rabbinizin huzuruna çıkacağınıza yürekten kesin bir biçimde inanasınız.
3)Yeryüzünü yayıp genişleten ve onun üzerine oynatılmaz dağlar yerleştirip, vadilerden nehirler akıtan ve orada her tür bitkiden iki cins yaratan ve gündüzü geceyle örtüp bürüyen O’dur.
Doğrusu, bütün bunlarda, düşünen insanlar için mutlaka (çıkarılacak) dersler vardır.0
4)Ve yeryüzünde birbirine komşu (ama yine de yapı olarak birbirinden ayrı nice) kara parçaları, üzüm bağları, hububat ekili tarlalar, bir kökten sürgün verip küme halinde ya da tek başına boy veren hurma ağaçları vardır ki, hepsi de aynı suyla sulanırlar; hal böyleyken yine de (insanlara ve hayvanlara sağladıkları) ürünler bakımından Biz onların bazılarını bazılarına üstün kılıyoruz.
Doğrusu, bütün bunlarda aklını kullanan insanlar için mutlaka (çıkarılacak) dersler vardır.
6)……..Bununla birlikte, muhakkak ki senin Rabbin, işledikleri zulümlere rağmen insanlara karşı (esasta hep) bağışlayıcıdır; ama, unutma ki, (aynı zamanda) cezasında da gerçekten çok şiddetlidir.
NOT:15) ‘’Yüce Allah , rahmet ve şefkati Kendisine ilke edinmiştir’’ (6:12) Bu nedenle, günahkâr kimseleri, çevre ve ortamı hesaba katmadan cezalandırmaz ve günahkârlara tevbe edip doğru yola girmeleri için zaman verir.
8)Her bir dişinin neye gebe olduğunu ve rahimlerin neyi ne kadar erken bırakacağını, neyi ne kadar (olağan süresinden) fazla bekleteceğini bilen Allah’tır.Çünkü(yarattığı ) her şey O’nun katında bir ölçüye ve bir amaca bağlı kılınmıştır.
NOT:19) ‘Bir ölçüye göre’’ ifadesi; yani, yaratıldığı özel amaca, var olmasının gerektirdiği şartlara ve Allah’ın yaratma plânında oynaması öngörülen role uygun olarak.
11)………Gerçek şu ki, insanlar kendi iç dünyalarını değiştirmeden, Allah onların durumunu değiştirmez; ve Allah insanlara (kendi kötülüklerinin bir sonucu olarak) bir felâket tattıracağı zaman, hiçbir şey bunun önünde duramaz; çünkü onların, kendilerini O’na karşı koruyacak kimseleri yoktur.
NOT:26) Allah, bilerek-isteyerek günah işleyen kimseler kendi içlerindeki eğriliği, olumsuz eğilimleri değiştirerek bunu hak etmedikçe, onlara rahmet ve inayetini nasip etmez.En geniş anlamıyla bu ifade, hem bireysel hem de toplumsal hayata yön ve biçim veren; taşıyıcılarının ahlâki niteliklerine ve ‘ iç dünyalarındaki’ ruhî/manevî ve biçimlenmelerine göre uygarlıkları yükselten ya da alçaltan ilâhi sebep-sonuç ilke ya da ilişkisini, yani sünnetullahı dile getirmektedir.
12)(Hem) korkuyu, (hem de) umudu tattırmak için size şimşeği gösterip (yağmur) yüklü bulutları çağıran O’dur;
NOT:27) Kur’an’da sık sık, imanı ve manevi kurtuluşu simgeleyen ‘yağmur’ umudunu.Tabiatta, ilâhi bir bilgi ve kudrete dayalı, anlamlı ve amaçlı, düzen ve işleyişin tanıklık ettiği hakikat.
13)gök gürlemesi O’nun sınırsız kudret ve yüceliğini övgüyle anmakta; melekler de korku ve sakınma içinde bunu yapmaktalar.Ve O yıldırımlar gönderip onlarla dilediğini çarpmaktadır.(Hal böyleyken) onlar yine de Allah hakkında tartışıp duruyorlar; hem de O(nun) kavranamaz ince ve derin plânını gerçekleştirmek için sınırsız bir kudrete sahip olduğu ortada olduğu halde!
20)onlar ki, Allah’la olan bağlantılarına sadakat gösterir, andlaşmalarını asla bozmazlar,
NOT:42)’andlaşma' sözcüğü, kişinin Allah’a olan inancından doğan bütün yükümlülüklerini, bu inancın sonucu olarak hemcinslerine karşı üstlendiği bütün ahlâki, hukukî ve toplumsal yükümlülükleri içerir.
21)ve onlar ki, Allah’ın sıkı tutulmasını buyurduğu (bağları) sıkı tutarlar; Rablerine karşı son derece saygılı ve duyarlı davranır, (O’nun çağrısına sağır kalanları bekleyen) o pek kötü hesaptan korkarlar,
NOT:43)Bu bağlar: aile bağları, öksüz/yetim ve yoksullara karşı taşınan sorumluluklar, komşular arasındaki karşılıklı hak ve görevler gibi insanlar arası ilişkilerden doğan bütün bağları, ayrıca inananlar arasındaki İslâm kardeşliğinin öngördüğü manevî ve dünyevî bağların hepsini içine almaktadır.Yani, tüm canlılara karşı sevgi ve şefkatle davranması yönündeki ahlâki sorumluluğu dile getirmektedir.
22)ve onlar ki, Rablerinin teveccühünü umarak güçlüklere göğüs gerip, namazda kararlılık gösterirler; kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli-açık başkaları için harcarlar, kötülüğü iyilik ile savarlar.İşte, ahirette erişilecek olan nihaî huzur böylelerine özgüdür.(Bakınız 28:54 not:53)
23)(orada) onların, atalarından, eşlerinden ve çocuklarından doğru yolu tutan kimselerle birlikte gireceği, huzurla dolup taşan ebedî hasbahçeler vardır ki, her kapısından melekler onların yanına varıp
24)’Size selâm olsun! Çünkü siz (iyilikte) sebat ettiniz!’ (diyecekler). (Hâl) böyleyse,ahirette erişilecek olan bu mutlu son ne hoş ve ne güzel!
26)Rızkı dilediğine bolca, dilediğine sınırlı ölçüde veren Allah’tır.Hâl böyleyken, (bol rızık verilenler) dünya hayatıyla sevinirler; oysa, ahiret hayatı yanında dünya hayatı yalnızca geçici bir doyumdan, bir avuntudan ibarettir.
28)onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir.
29)(Evet), imana erişen ve dürüst ve erdemli davranan o kimseler ki, kendileri için (bu dünyada) huzurlu bir hayat, (ahirette de) varılacak yerlerin en güzeli ayrılmıştır.
31)…..Fakat, o hakkı inkâra şartlanmış olanlara gelince, işledikleri kötülüklerden ötürü, böylelerinin başlarına her an beklenmedik bir felâket çullanmaktan ya da yurtlarının yanına-yakınına inmekten geri kalmaz, tâ ki Allah’ın verdiği söz yerine gelinceye kadar; gerçek şu ki, Allah verdiği sözü yerine getirmekten asla geri durmaz.
NOT:57)’hakkı inkâra şartlanmış olanlar’ın başına kesintisiz bir biçimde sosyal felâketlerin, kardeş kavgalarının, karşılıklı haksızlık ve tecavüzlerin geleceğini, ya da doğal çevrenin bozulması yoluyla felâketin onları dolaylı olarak etkileyeceğini ifade etmektedir ki, bizce ’felâketin onların yerlerinin yakınına inmesi’den kasıt ta budur.
38)……her çağa özgü vahyî bir mesaj vardır.
NOT:76) ‘Sizin her biriniz için (farklı) bir kanun ve (farklı) bir hayat tarzı belirledik’ (5:48)
Her çağda, o çağın şartlarına ve o çağda yaşayan insanların ihtiyaçlarına denk düşen vahyî bir mesajın gönderildiğini dile getiren ifade, başka dinlere mensup kimseler tarafından sıkça ileri sürülen, Kuran’ın önceki ilâhî mesajlardan farklı olduğu yolundaki itirazlara bir cevap niteliğindedir.

39)Allah (önceki mesajlardan) dilediğini yürürlükten kaldırır, dilediğini bırakır, pekiştirir, çünkü vahyin kaynağı O’nun katındadır.
41)Peki, görmüyorlar mı, yeryüzünü, sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak (cezalandırıcı müdahalelerimizle) nasıl yokluyoruz. (Bilmiyorlar mı ki), Allah hüküm verdiği (zaman) O’nun hükmünün önüne geçecek kimse yoktur;(ve yine bilmiyorlar mı ki) O hesabı pek çabuk olandır. (21:44)

12/ YÛSUF SÛRESİ

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

1)Elif-Lâm-Râ. Bunlar, doğruyu/gerçeği apaçık gösteren, kendisi de açık olan kitabın mesajlarıdır.
2)Biz onu Arapça bir metin olarak indirdik ki, aklınızı kullanarak belki onu kavrayıp özümlersiniz.
NOT:3) Bu ayetler, Kur’an okuyan ya da dinleyen herkese, onun çağrısının öncelikle insanın aklına yöneldiğini ve ‘duygu’nun ya da ‘duygusal yaklaşım’ın tek başına, hiçbir zaman inanç için yeterli bir temel sağlayamayacağını anlatmak istiyor.
3)Biz bu Kur’an’ı sana vahyettikçe, (ey Peygamber), bundan önce senin de (vahyin ne olduğunda) habersiz kimselerden olduğunu bilerek, onu sana mümkün olan en iyi, en güzel üslupla açıklıyoruz.
24)Gerçek şu ki, kadın o’na karşı arzu doluydu; o da kadını arzuluyordu; öyle ki,(bu ayartma karşısında) eğer Rabbinin burhanı o’nun içine doğmamış olsaydı ( bu arzuya yeniliverecekti); İşte bu, her türlü kötülüğü, çirkin ve taşkın halleri o’ndan uzak tutmak istediğimiz için böyle oldu, çünkü o gerçekten bizim (seçilmiş) kullarımızdan biriydi.
NOT:23)İffetli,erdemli olmanın gerçek anlamının, insanın içinde kötü arzuların hiç uyanmaması değil, fakat bu arzulara karşı yenik düşmemesinden ibaret olduğunu belirtmektedir.
28)Böylece (kadının kocası Yusuf’un) gömleğinin sırtından yırtılmış olduğunu görünce:’Belli ki, bu (yine) sizin oyunlarınızdan biri, ey kadınlar taifesi!Doğrusu, sizin oyunlarınız/tuzaklarınız korkunçtur.
76)……Biz dilediğimiz kimseyi (bilgice) yüksek düzeylere çıkarırız, fakat her bilgi sahibinin üstünde her şeyi bilen (Allah) vardır.
86)’Ben ‘ dedi, ‘tasamı ve üzüntümü yalnızca Allah’a havale ediyorum; çünkü Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum ben.’
NOT:87)Yani ‘olacak olan konusunda hükmün yalnızca Allah’a ait olduğunu’ ve ‘(O’nun varlığına ) inananların yalnızca O’na güvenmeleri gerektiğini’ .Bütün bu sure boyunca işlenen iki temel ilke bunlardır.
100)Gerçek şu ki, benim Rabbim olmasını istediği şeyi akıl-sır yetmez yollarla gerçekleştirir.Çünkü O doğru hüküm ve hikmetle edip-eyleyen mutlak ve sınırsız bilgi sahibidir.
NOT:100)’Olacak olan hakkındaki hüküm yalnızca Allah’a aittir’ ifadesine ilişkin yeni bir boyut taşımaktadır.
101)…’Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Dünyada ve ahirette benim yanımda yakınımda olan/beni koruyup destekleyen Sensin; canımı, bütün varlığıyla kendini Sana adamış biri olarak al ve beni dürüst ve erdemli insanların arasına kat. (DUA)
105)Kaldı ki, göklerde ve yerde nice ayetler, işaretler var ki, onlar (üzerinde düşünmeden) sırtlarını çevirerek yanlarından geçip gidiyorlar.!106)Ve onların çoğu, başka varlıklara da tanrısal nitelikler yakıştırmaksızın Allah’a inanmazlar.
108) De ki, ‘Budur benim yolum; akla uygun, bilinç ve duyarlılıkla donanmış bir kavrayışa dayanarak (hepinizi) Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar (aynı çağırıyı yapıyoruz.)’
NOT:104)Hz.Peygamber’in telâffuz ettiği ‘’Allah’a çağrı’’ ifadesi, burada,insan aklına uygun ve onunla doğrulanabilir bilinçli bir anlayışın, bilinçli bir kavrayışın sonucu olarak tanımlanmaktadır.Din, ahlâk ve maneviyat konusundaki tüm sorunlara Kur’an’ın yaklaşım tarzındaki doğruluğun, olgunluğun ve bütünlüğün özü olan bu ifade çoğu zaman ‘‘belki/olur ki akledersiniz’’ ya da ‘öyleyse artık akletmeyecek misiniz?’ yahut ‘‘ belki/olur ki (hakkı) anlarlar/kavrarlar ‘’ ya da ‘‘olur ki düşünürsünüz’’ ve nihayet çok tekrarlanan bir deyişle, sözkonusu Kur’an mesajının özellikle ‘’düşünen insanlar için’’ olduğunu dile getiren (li-kavmin yetefekkerûn) ifadelerinde yankılanmaktadır.
109)Ve Biz , senden önce de (elçilerimiz olarak) her topluma (kendi içlerinden, onlara mesajlarımızı ulaştırmak üzere) kendilerine vahyettiğimiz (ölümlü) adamlardan başkasını göndermedik…..
111)Gerçek şu ki, bu insanların kıssalarında, kendilerine kavrayış yeteneği verilmiş kimseler için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır.
(Vahye gelince), o hiçbir şekilde(insan tarafından) uydurulmuş bir söz olamaz; tersine, o, kendisinden önceki vahiylerden doğru ve gerçek adına ne kalmışsa doğrulayan ve inanmak isteyen insanlara her şeyi açık seçik bir biçimde dile getiren, hidayet ve rahmet (bahşeden ilahî bir metin)dir
.

11/ HÛD SÛRESİ

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

1)Elif-Lâm-Râ. (Bu) ilâhi bir kitaptır ki, ayetleri her şeyden bütünüyle haberdar olan hikmet sahibi (Allah) tarafından kendi içlerinde açık ve anlaşılır kılınmış, birbirleriyle açıklanmış ve ayrıca birbirleriyle bağlantılı olarak etraflı bir biçimde dile getirilmiştir
2)ki, Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz. (Ey Peygamber, de ki:) ‘Bakın ben size O’nun tarafından bir uyarıcı ve müjdeci (olarak) görevlendirildim;
6)Ve yeryüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a bağlı olmasın; ayrıca O, her canlının (yeryüzünde) yaşama süresini de, (ölümden sonra) yerleşip kalacağı yeri de bilmektedir.Bütün bunlar apaçık bir kitapta yer almış bulunmaktadır.
7) O’dur, gökleri ve yeri altı evrede yaratan, Ve (hayatı yarattığı sürece) O’nun kudret tahtı suyun üstündeydi….
NOT:10) ‘O’nu kudret tahtı suyun üstündeydi’ ifadesiyle bildirilmek istenen, Allah’ın iradesine bağlı olarak, hayatın bütünüyle suda başlayıp evrimleştiğini işaret eder gibi görünüyor ki, bu hususun Kur’an tarafından açıkça ortaya koyduğu gibi, biyoloji alanında yapılan araştırmalarla da doğrulanmıştır.
9)Bunun gibi, insana katımızdan bir rahmet tattırsak, sonra da onu kendisinden çekip alsak, hemen (önceki lütfumuzu) nankörce unutup umutsuzluğa düşer.
10)Yine, başına gelen bir darlıktan, sıkıntıdan sonra bir bolluk, bir genişlik tattıracak olsak hemen ’musibetler yakamı bıraktı diyerek’, kendinden bilir, kurumlu boş bir sevince kaptırır kendini.
24)Bu iki bölük insanın kıyaslanması, kör ve sağır olan kimseyle, gören ve işiten kimsenin kıyaslanması gibidir; bu ikisi yapı olarak hiç bir tutulabilir mi? Hiç değilse, bunu aklınızda tutmayacak mısınız?
NOT:49)’Dinde bir zorlama yoktur.’ (11:28 , 2:256)
34) çünkü size öğüt vermek istesem de, eğer Allah sizin azgınlık içinde kalmanızı dilemişse, benim öğüdümün size hiçbir yararı olmaz.Rabbiniz O’dur ve hepiniz er geç O’na döneceksiniz.
NOT:56) Allah , hakikati inkâr edeni (kâfir), bu günahında ısrar edeciğini bildiğinden, bu durum içinde bırakıp tevbe etmekten alıkoyduğu zaman, (Allah’ın) bu fiili (Kur’an’da) ‘insanı hataya meyletmesi (iğvâ)’ ve ‘saptırması (idlâl)’ olarak tanımlanmaktadır; benzer şekilde, Allah, kişinin tevbe edeceğini bilerek onu koruyup,ona lütfettiği zaman da, Allah’ı bu fiili ‘insana doğru yolu göstermesi (irşâd)’ ya da ‘ona rehberlik etmesi/doğru yola yöneltmesi (hidayet)’ olarak tanımlanmaktadır.
47)’Ey Rabbim’ dedi (Nûh), ‘Senden, hakkında bilgi sahibi olmadığım herhangi bir şey istemekten Sana sığınırım. Çünkü, beni bağışlamaz, beni acıyıp esirgemezsen, şüphesiz kaybedenlerden olurum.’ (DUA)
49)Bütün bunlar (ey Muhammed), sana vahyettiğimiz bilinmedik haberlerdendir ki, onları ne sen ne de soydaşların bundan önce ( bu haliyle ve tam olarak) bilmiyordunuz. Öyleyse, sen de artık (Nûh gibi) sabırlı ol. Çünkü, unutma ki, gelecek, mutlaka, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olanlardan yana olacaktır.
NOT:73)Kur’an da kıssaların ele alınmasındaki asıl amaç, asla onları ’hikaye’ etmek değildir.Ne zaman önceki peygamberlere ait kıssalar anlatılsa, ne zaman İslam’dan önce ya da Hz.Peygamber (s.a.v) zamanında olan bir olaya temas edilse, bunun altında mutlaka ahlâki bir ders yatmaktadır.Kur’an aynı olay ya da kıssaları değişik surelerde tekrar tekrar anlatmakta ama her seferinde bunlarda, bir bütün olarak Kur’ânî vahyin, Kur’ânî öğretinin değişik bir yanına ışık tutmakta, bütünü oluşturan şu ya da bu temel gerçeğe dikkat çekmektedir.Bakınız not:117 (Diğer açıklamalar için bakın: 26. sure not:50, 58, 61, 69)
Bakınız: 12. sure 111.ayet )Gerçek şu ki, bu insanların kıssalarında , kendilerine kavrayış yeteneği verilmiş kimseler için mutlaka çıkarılacak bir ders vardır.

52)’Ey kavmim! Haydi artık günahlarınız için Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra da tevbe ve pişmanlık içinde O’na yönelin ki, size gökten bolca rahmet ve bereket yağdırsın; gücünüze güç katsın ve iflâh bulmaz suçlular olarak (benden) yüz çevirmeyin.
56)Ama unutmayın ki, ben, benim de sizin de Rabbiniz olan Allah’a güvenip dayanıyorum; çünkü hiçbir canlı yoktur ki, ipini O tutuyor olmasın. Rabbimin yolu elbette (yolların) dosdoğru olanıdır.
NOT:80)Yani, üzerinde Yüce Allah’ın kontrol ve gözetiminin olmadığı, bütünüyle Yüce Allah’a bağlı/bağımlı olmayan tek bir canlı yoktur.
61) Semûd (toplumuna da) soydaşları Salih’i gönderdik.(Salih onlara): ‘Ey kavmim! (yalnızca) Allah’a kulluk edin’ dedi, (Çünkü) sizin O’ndan başka tanrınız yok.Sizi topraktan yaratıp geliştiren , orayı bayındır kılmanızı sağlayan O’dur. Bunun içindir ki, artık günahlarınızdan ötürü Rabbinizden bağışlanma dileyin ve sonra da tevbe ve pişmanlık içinde O’na yönelin, çünkü benim Rabbim, (Kendisine yönelen herkese) her zaman yakınlık gösterir, (dualara) cevap verir.
NOT:88)Yani,beslenmelerini ve bu yolla büyüyüp gelişme, üreme ve evrimleşme yeteneklerini dolaylı ya da dolaysız olarak yerden yani, topraktan sağlayan organik unsurlardan.Bu yorum, aynı zamanda insanın ’topraktan yaratıldığı’nı ifade eden Kur’anî atıfların da bir açıklaması durumundadır.
NOT:94)Velî ya da aziz diye bilinen, ölmüş ya da yaşayan, bir takım seçilmiş kişilere, Allah’la insan arasında aracılık rolü oynadığına inanan bazı Müslümanlar vardır.
Allah’ın birliğine, eşsiz ve benzersiz oluşuna ve dolayısıyla ister somut bir varlık, ister soyut bir güç olsun, hiçbir şeyin, hiçbir kimsenin O’nun tanrılık vasfı üzerinde pay sahibi olmadığına, âlemin tasarrufunda, çekilip çevirilmesinde O’na nüfuz ve müdahale edebilecek kimsenin bulunmadığına dair sürekli tekrarlanan Kur’ân'î vurgunun amacı, insanı, kendi kendini mahkum ettiği hayal mahsulü bir ‘aracı güçler’ e kul-köle olmaktan kurtarmak ve ona ‘nereye dönerseniz dönün Allah’ın yönü orasıdır’ (2:115) gerçeğini, ya da ‘Allah’ın (Kendisine dua eden herkese) yakın olduğu gerçeğini (2.186 , 11:61) anlatmaktadır.

73)…’Allah’ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey bu evin insanları, (hemen hatırlayın ki), her zaman her övgüye lâyık olan O’dur; şanı çok yüce olan O’ (DUA)
85)Bunun içindir ki, ey kavmim, ölçüyle tartıyla yaptığınız alış verişte dürüst ve duyarlı olun; insanları kendi hakları olan şeylerden yoksun bırakmayın; ve kötülüğü yayarak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.
NOT:117) Hz.Şuayb kıssasının bu halinde güdülen amaç; Kur’an’ın daima yaptığı gibi, her çağda ve her toplum için geçerli genel bir ahlâki ilkenin dile getirilmesidir ki, bu da, kişinin insan ilişkilerinde dürüst olmadıkça – yani, hem manevi plânda hem de toplumsal plânda dürüst olmadıkça – Allah’a karşı dürüst olamayacağı ilkesidir.Bakınız not:73
96)Ve gerçek şu ki, Biz Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir yetkiyle
97)Firavun ve onun seçkinler çevresine gönderdik.Ama berikiler,Firavun’un hükmüne boyun eğdiler, oysa, Firavun’un hükmü hiçbir şekilde sağduyu ürünü değildi.
NOT:129)Liderliğin bâtıl(geçersiz,yanlış), tevhid(Allah'ın birliği inancı) dışı bir yol izlemesi halinde, böyle bir ‘yüksek otoriteye’ baş eğmek konusunda insanın bireysel olarak ve ahlâken sorumlu olup olmayacağı durumunda, Kur’an üstüne basarak diyor ki; Bu durumda hem yöneten hem de yönetilenler eşit derecede sorumludur; hiç kimse bütün suçun, statü olarak kendisinden üstte bulunan kimselerin verdiği emirleri körü körüne yerine getirmek olduğu mazeretiyle, bu sorumluluktan kendisini kurtaramaz.Firavun tabiri, bir özel isim olmayıp; Eski Mısır’da bütün krallar için kullanılan bir ünvandır.
102)İşte senin Rabbin, tepelediği zaman böyle tepeler; halkı zalim olan kasabaları gerçekten de O’nun tepelemesi çok acı verici, çok zorludur.
112) Öyleyse, artık emredildiği yönde, yanında yer alanlarla birlikte, doğru yolu tutun ve sizden hiçbiriniz gurura kapılıp da çizgiyi aşmasın; çünkü unutmayın, yaptığınız her şeyi O görüyor.
NOT:114) Bu ayet inananların hepsine hitap ederek, onların, inanan-inanmayan herkese karşı kaçınmaları gereken davranışlara dikkat çekilmektedir. Bunlar; Allah’a boyun eğin/O’na karşı alçak gönüllü olun, birbirinize karşı büyüklük taslamayın, kurum satmayın şeklindedir.
113)Ve asla zulümde ısrar edenlerden yana eğilim göstermeyin.Yoksa (ahirette) ateş size de dokunur; ve Allah’tan başka koruyucunuz olmadığına göre, o zaman (O’nun tarafından da) yardım edilmez size.
114)Ve gündüzün başında ve sonunda, bir de gecenin erken saatlerinde salâtta devamlı ol; çünkü muhakkak ki iyi eylemler kötü eylemleri giderir; (Allah’ı) hatırında tutanlar için bir öğüt bir hatırlatmadır bu.
NOT:145) Bu buyruk, uygulamanın biçimini ve tam olarak ne zaman yapılacağını belirtmeksizin- çünkü bu iki husus Hz.Peygamber(s.a.v)’in sahih eylem ve sözleriyle biçimlenen sünnetiyle açıkça ortaya konmuştur- tüm farz namazları kapsamaktadır.Hz.Peygamber’in uygulamalarına göre farz namazlar (vaktin girişine göre) şöyledir: sabah ya da fecr namazı, gün ortasından az sonra öğlen namazı, ikindi namazı, gün batımından hemen sonra akşam namazı ve gecenin erken saatlerinde yatsı namazı.
Yukarıdaki ayetin, salâtın genel anlamda taşıdığı büyük öneme dikkat çektiği göz önünde bulundurulursa, bundan muhakkak ki, insanın sadece beş vakit farz namazlarda değil, fakat uyanık geçirdiği bütün saatlerini Allah’tan yana bilinç ve duyarlılığı diri tutma çabası içinde yaşaması gerektiği sonucu rahatlıkla çıkar.

Salât = dua+tefekkür+zikr demektir.
Dua =İnsanın kendisini acz içinde görerek , Yüce Allah'tan istemektir.
Zikr = Bilinç düzeyine çıkarmak/çıkarılmak , akla getirmek ,akılda tutmak ,hatırlamak
Tefekkür=Bir konu hakkında derin düşünmek , işin şuuruna varmak 115)Ve sabret, sonuna kadar dayan; çünkü Allah iyilik yapanların hak ettiği karşılığı hiçbir şekilde zayi etmez.
117)Yoksa, senin Rabbin, halkı (birbirlerine karşı) dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu (sırf) (çarpık inançları) yüzünden asla helâk etmez.
NOT:149)Yani, hiçbir toplumun başına, sırf inanç düzleminde şirk ve küfür içinde olmaları yüzünden bu dünyada yok edici türden cezalandırıcı bir azap gelmez; bu şekildeki bir ceza, toplumun başına, ancak toplumun insanları (birbirlerine karşı) ısrarla haksızlık yaptıkları; (başkalarının) hukukunu, hayatını ve onurunu tehlikeye sokacak tarzda insanlık dışı, ahlâk dışı davrandıkları zaman gelir.
Şirk; Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırma
Kâfir=Hakikati inkâr eden kimse
Bunun içindir ki, Müslüman hukukçular insanın Allah’a karşı olan yükümlülüklerinin O’nun bağışlayıcı, affedici olduğu ilkesiyle birlikte düşünülebileceğini (yani yerine getirilmediği taktirde O’nun affının umulabileceğini), ama insanlara karşı olan yükümlülüklerin hassas, esnemez bir özellik taşıdığını, dolayısıyla mutlaka ve duyarlı bir biçimde gözetilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Meselenin böyle ele alınmasının sebebi, Allah’ın mutlak kudret sahibi olması ve hiçbir korunmaya ihtiyacı olmaması, ama insanın zayıf ve korunmaya muhtaç olmasıdır.(28:59 61. not) (KUL HAKKI)
118)Hem, Rabbin dileseydi, bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı; fakat (O yollarını seçmekte kendilerini özgür bıraktı) hâlâ farklı görüşler benimsemekteler;
NOT:150)Kur’an bir kere daha işaret etmektedir ki, insanların birbirleriyle hep görüş ayrılıkları içinde olmaları, farklı düşüncelerin peşinden gitmeleri bir rastlantı değil, tersine Allah’ın ilim ve iradesinin bir ürünü olan insan varlığının, temel unsurlarından birinin tezahürüdür.Eğer Allah tüm insanların aynı inanca bağlı olmasını irade etseydi – ki bu O’nun için asla zor olmazdı- o zaman zihinsel gelişme tamamen dururdu ve ‘insanların hepsi yaratılışlarının zoruyla hakka inanıp Allah’a itaat ederek manevî hayatları bakımından belki melekler gibi olurlardı. Bu, insanın, ona doğruyla eğri arasında seçim yapma ve böylece hayatına ona diğer canlılardan ayıran, ahlâki bir anlam, manevi boyut kazandırma imkânını veren, serbest irade ve seçme özgürlüğünden yoksun bırakılması olurdu.İnsanın seçme özgürlüğü, insanı diğer yaratıkların üstüne çıkaran Allah vergisi en özgün niteliktir.
119)pek tabii, Rabbinin (aydınlatıcı, yol gösterici) lütfunu bahşettiği kimseler başka.
Oysa, (işte) bu (lütfa erişmeleri) için yarattı (hepsini). Fakat, (bu ilahî yol gösterme lütfunu tepenler için) Rabbinin, ‘muhakkak ki Ben cehennemi hep, görünmeyen varlıklarla ve insanlarla dolduracağım’ sözü yerini bulmuş olacak.