10/ YÛNUS SÛRESİ

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA
3)Gerçek şu ki, sizin Rabbiniz , gökleri ve yeri altı evrede yaratan, sonra da kudret ve egemenlik makamına geçip, varlığı yöneten Allah’tır.O’nun izni olmadıkça, araya girip kayıracak kimse yoktur. İşte böyledir sizin Rabbiniz; öyleyse (yalnız) O’na kulluk edin; artık bunu (iyice) aklınızda tutmayacak mısınız?
NOT:7) Allah, dünya hayatında tevbeleri ve olumlu çabalarıyla Allah’ın bağışlamasını ve hoşnutluğunu zaten kazanmış bulunan günahkârlar için Yargı Günün’de peygamberlere sembolik olarak şefaat etme, kayırma izni verecektir.(19:87 not:74) Bir başka ifadeyle, peygamberlere verilen şefaat hakkı ya da yetkisi, bu anlamda, sadece Allah’ın bu günahkârları bağışlamasının bir ifadesi olacaktır. (34:23 , 20:109 , 21:28) ‘
‘Kim şefaat edebilir O’nun katında , O’nun izni olmadan’ (2:255) , ‘O’nun izni olmadan şefaat edecek kimse yoktur’ (10:3)
Kur’an, yaşayan ya da ölmüş bulunan peygamber ve velilerin şartsız ya da kendiliklerinden şefaat ve aracılık yapabilecekleri avami (popüler) inancı reddetmektedir.
5)Güneşi parlak bir ışık (kaynağı) ve ayı aydınlık kılan ve yılların sayısını bilesiniz, (zamanı) ölçebilesiniz diye ona evreler koyan O’dur.Bunların hiçbirini Allah bir anlam ve amaçtan yoksun yaratmış değildir. (Allah), bilmek isteyen bir topluluk için ayetlerini ayrıntılı olarak (işte böyle) açıklıyor.
NOT:11) Allah, her şeyi ancak hak olarak yaratmıştır, yani, her yanıyla hikmetli olan küllî bir plânla uyumlu olarak belli bir amacı gerçekleştirmek üzere. Evrende var olan her şey anlamlı ve bir amaca dayanmaktadır.Hiçbir şey ‘tesadüfi’ değildir. (46:2 ) , (45:22)
‘Ey Rabbimiz, Sen bunlar(ın hiçbirini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın’ (3:191)
‘Biz, hakikâti inkâr edenlerin sandığı gibi, göğü ve yeri ve ikisi arasındaki şeyleri bir amaç ve anlamdan yoksun yaratmadık’ (38:27)
10)orada (o mutluluk makamında) onlar ‘Ey Allah’ım! Sınırsız kudret ve izzetinle ne yücesin’ diye çığrışırlar; ve onlara ‘size selâm olsun’ diye karşılık verilir; bunun üzerine onlar da son söz olarak ‘Bütün övgüler, alemlerin Rabbi olan Allah’a özgüdür’ derler. (DUA)
19) Ve (bilin ki), bütün insanlık sadece bir tek topluluk halindeydi, ama sonradan ayrı görüşleri benimsemeye başladılar.Şayet (bu konuda) Rabbinin katında önceden belirlenmiş bir karar olmasaydı, düştükleri bütün bu ayrılıklar (daha başlangıçta) çözümlenmiş olurdu.
NOT:28) Bütün insanların, zihinsel ve ruhsal yaratılış itibariyle Allah’ın varlığını, birliğini ve sınırsız kudret egemenliğini kavrayabilecek bir yapıda olduklarına işaret edilmekte ve insanı temel kavrayıştan uzaklaştıran bütün eğriliklerin, aslında,insanın doğuştan getirdiği kabiliyet ve yatkınlıklara zamanla yabancılaşmasından doğan zihnî karışıklıkların ürünü olduğu imâ edilmektedir. Bakınız 2: not:197-198
23)………Ey insanlar! Yaptığınız bütün taşkınlıklar döne dolaşa yine kendinizi bulacaktır.
26)İyi ve yararlı işler yapmakta sebatlı olanları (karşılık olarak) daha iyisi ve ondan da fazlası beklemektedir.(Kıyamet Günü’nde) onların yüzlerini ne bir kararma ne de bir aşağılanma gölgelemeyecektir.İşte bunlardır cennetlikler, orada ebedi kalacak olanlar.
27)Ama kötü işler yapmış olanlara gelince; kötülüğün karşılığı kendisi kadar olacaktır ve Allah’a karşı kendilerini savunacak kimseleri olmayacağına göre, (utanç) ve aşağılanma onları, sanki yüzlerini kopkoyu bir gecenin karanlığı bürümüş gibi, gölgeleyecek.İşte bunlardır cehennemlikler, orada yerleşip kalacak olanlar.
34)De ki: ‘O sizin tanrılaştırdığınız varlıklar arasında (hayatı) yoktan var edip de sonra onu tekrar tekrar yaratan var mı?’ De ki: ‘(Ancak) Allah’tır, (bütün karmaşıklığıyla hayatı) yoktan var eden ve sonra tekrar tekrar yaratan.Hal böyleyken, nasıl oluyor da, yanlış hükmediyorsunuz?
36)Onların çoğu sadece zanna uymaktadırlar.Oysa, zan hiçbir şekilde hakkın yerini tutamaz.Gerçek şu ki, Allah onların yaptıklarını bütünüyle bilmektedir.
37)İmdi, bu Kur’an, asla Allah’tan başkası tarafından tasarlanmış, uydurulmuş olamaz; üstelik o, önceki vahiylerden hakikat adına bugüne kalmış ne varsa onu doğrulayıp, âlemlerin Rabbinden (geldiğinden) şüphe olmayan vahyi özlü bir biçimde açıklıyor.
42) Ve, onların aralarında sana kulak verir gibi yapanlar var ; ama, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa, sen sesini hiç sağırlara işittirebilir misin?
43)Ve yine onların aralarında sana bakıyormuş gibi yapanlar var; ama, eğer göremiyorlarsa, sen hiç körlere doğru yolu gösterebilir misin?
44) Gerçek şu ki, Allah (hiçbir konuda) insanlara en küçük bir haksızlık yapmaz; fakat insanların yine kendileridir kendilerine haksızlık yapan.
47)Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir; ancak (her ümmetin) elçisi geldikten (ve tebliğini yaptıktan) sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yargıda bulunulur; ve onlara asla haksızlık yapılmaz.
NOT:68) Bu ayette iki hususun altı çizilmektedir: a) vahyin insanlık tarihi boyunca sürekliliğini, uzun süre hiçbir toplumun, çağın veya uygarlığın (ki ümmet terimine verilebilecek anlamlarda biri de budur)peygamberî rehberlikten yoksun bırakılmadığını ve b) Allah’ın ‘bir toplumu yada bir ümmeti, fertleri (doğru ile yanlışın anlamından) habersiz olduğu sürece cezalandırmadığı, çünkü, yargılamanın ancak onların (bilinçli) eylemlerinden dolayı yapıldığı’ (Bakınız 6:131-132)
49)……..Her ümmet için bir süre belirlenmiştir; süreleri son bulunca, onu ne bir an geciktirebilirler, ne de çabuklaştırabilirler.
54)Haksızlık yapan herkes, dünyadaki her şey onun olsa, (o Gün) onu,kurtulmak için fidye olarak verirdi. Ve (o zalimler kendilerini bekleyen) azabı görünce pişmanlıklarını gösterecek gücü (bile) kendilerinde bulamayacaklardır.Yine de onlar hakkında adaletle yargıda bulunulacak; kendilerine zulmedilmeyecektir.
55)Dikkat edin! Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Dikkat edin! Allah’ın vaadi, başa gelmesinden şüphe edilmeyecek bir gerçektir; ne var ki, onların çoğu bunu bilmezler.
56)Hayatı bahşeden ve ölümü takdir eden O’dur; ve sonunda hepiniz O’na dönmek zorundasınız.
57)Ey insanlar! İşte Rabbinizden size bir öğüt, kalplerde olabilecek her türlü (darlık ve hastalık) için bir şifa ve (O’na) inanan herkes için hidayet ve rahmet gelmiş bulunuyor.
59)De ki:’Hiç Allah’ın sizin için rızık olarak indirdiği şeyler üzerinde düşündünüz mü? O rızıklar ki, bir kısmını yasaklıyor, bir kısmını da meşru görüyorsunuz. De ki:’(Böyle yapmanız konusunda) size Allah mı izin verdi; yoksa (düpedüz) kendi tahminlerinizi mi Allah’a yakıştırıyorsunuz?
NOT:80) Rızık= İster maddi anlamda olsun (ilk akla gelen anlamıyla ‘geçim vasıtaları’) ister zihni anlamda (akıl,sezgi, bilgi, muhakeme gibi) ve isterse manevi yada ruhani plânda olsun(iman,cömertlik, hilm, sabır gibi) insan için iyi,güzel ve yararlı olan her şeyi ifade edecek kadar geniş bir anlamı vardır.
61)Ve (Sen ey Peygamber) hangi koşullarda olursan ol, bu (ilahî kitaptan) okunacak hangi konuyu dile getirirsen getir ve (siz ey insanlar) hangi işi yaparsanız yapın, (unutmayın ki) siz bu işlere giriştiğiniz an(dan itibaren) Biz üzerinizde gözlemci bulunuyoruz; çünkü ne yerde, ne de gökte tartıya gelmeyecek kadar küçük şeyler bile senin Rabbinin bilgisinden kaçamaz; ne bundan daha da küçüğü, ne de bundan büyüğü yoktur ki (O’nun) apaçık taktirinde kaydedilmemiş olmasın.
62)Unutmayın ki; Allah’a yakın olanların korkmaları için bir sebep yoktur; onlar acı ve üzüntü çekmeyecekler.
NOT:84)Allah’ın ’inananlara yakın’ (velî) olduğundan söz edilmektedir.Velî terimi özellikle Allah için kullanıldığında, ya da özellikle insanlar arası ilişkiyi belirtmek üzere insan için kullanıldığında her ne kadar Kuran’da ‘yardımcı’, ‘dost’, koruyucu’ vb. anlamlar yükleniyor olsa da, sözcüğün bu ikincil anlamlarında hiçbiri –Allah’a karşı gözetilmesi gereken saygıyı zedeler gibi olduklarından- insanın Allah’a karşı tutumunu ya da O’nunla olan ilişkisini tanımlamak için uygun gözükmemektedir.Sonuç olarak; yukarıda, müminleri Allah’ın evliyası olarak tanımlayan ifadenin, onların Allah’a karşı hep bilinçli ve duyarlı kimseler olması anlamında ‘Allah’a yakın olanlar’ ifadesiyle aktarılmıştır. 63) Onlar,iman edip de,takvâya ermiş olanlardır. NOT: İman:Bütün bâtıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak gerçeğe, hakka ulaşmış olmanın ifadesidir. Takvâ: Her türlü sapık ve kötü yollardan,başıboş ve hayvanî yaşama tarzından arınarak,kalbini Yüce Allah'a teslim etmenin,hayatı Yüce Allah'ın kanunlarına göre düzenlemenin ve böylece bir ahlâk disiplinine girmenin ifadesidir.Yüce Allah’a karşı sorumluluk bilinci.
67)(Oysa), bağrında dinlenesiniz diye geceyi ve (işlerinizi) görüp gözetesiniz diye gündüzü var eden O’dur; işte bunda, dinleyip (ders almak) isteyen insanlar için ayetler vardır.
98)Çünkü, ne yazık ki, Yunus toplumundan başka, (bütün bireyleriyle topyekün) imana erişen ve böylece imanının (vereceği huzur ve güvenliği) tadan herhangi bir cemaat çıkmadı henüz…..
99) (İşte bunun gibi) Rabbin eğer öyle olmasını dileseydi, yeryüzünde yaşayan herkes topyekün imana erişirdi. Hal böyleyken, insanları inanıncaya kadar zorlayabileceğini mi sanıyorsun,
100) hem de , hiç kimsenin, Allah’ın izni olmadıkça asla imana erişemeyeceği ve aklını kullanmayanlara alçaltıcı, bayağılaştıracağı (inançsız)lığı musallat edenin O olduğu (gerçeği) ortadayken.
NOT:122-123) Kur’an tekrar tekrar şu gerçeğin altını çizmektedir.’Eğer O dileseydi hepinizi doğru yola yöneltirdi’ (6:149) Bunun anlamı,Allah insana doğru ile eğri arasında seçim yapma serbestisini bahşetmiş ve böylece onu,yalnızca doğal güdüleriyle, içgüdüleriyle yaşayan öteki canlılardan ayırarak ahlâk meselesi olan bir varlık statüsüne yükseltmiştir.Doğru ile eğriyi ayırd etme yetisi de dahil, insan doğasına yerleştirdiği kuvvet ve yatkınlık yanında bir de bizatihi Allah’ın yol göstermesi olmadıkça, insan imana erişemez.Yani imana erişmek, son tahlilde Allah’ın hidayetine ve inayetine bağlıdır.
105)(Ey insanoğlu), işte böyle (sen de) yüzünü yalancı, aldatıcı şeylerden bütünüyle arınmış olarak, sebat ve samimiyetle (gerçek) imana çevir; Allah’tan başkasına tanrılık yakıştıranlardan olma.
109)(Sana gelince ey Muhammed sen de) yalnızca sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret; çünkü hükmedenlerin en iyisi O’dur.